Daha iyi bir dünya kurabiliriz
Atlas Sarrafoğlu ile geçen yaz konuşurken, aklımızdan geçen çok netti. Gözlerindeki kararlılığı fark etmemek mümkün değil. İçinde bulunduğumuz dönem, iklim üzerine hepimizin daha sık ve daha çok düşündüğü bir dönem.“Her kaybettiğimiz zaman diliminde, daha fazla ekolojik çöküm yaşanıyor, daha fazla insan ölüyor ve daha fazla canlı yok oluyor. Tüm bunların önüne geçebilecek zamanımız ve elimizde araçlarımız varken, bunu yapmamak bana çok üzücü geliyor” diyen Atlas Sarrafoğlu, üç yıla yakındır iklim krizine dikkat çekmek için çabalıyor.
Nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?
Bu soruyu cevaplamak bana zor geliyor çünkü senaryo iç açıcı değil hiç. Daha üniversitede ne okumak istediğimi bilmiyorum. Her şey çok hızlı değişiyor. 3 yıl önce iklim aktivisti değilken futbolcu olma hayallerim vardı. Pandemi bana gelecekle ilgili hayallerin çok çabuk değişebileceğini gösterdi.
Yine de optimist biri olduğumu söyleyerek hayalimdeki dünyayı anlatmak istiyorum.
İklimin düzelmiş olduğu ve dolayısıyla getirdiği etkilerin de azalmış, bitmiş olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Kadına şiddetin, insan haklarının, LGBT haklarının ve doğanın korunduğu, savunulduğu bir dünya hayal ediyorum. Yani eşitliklerin sağlanmış olduğu bir dünya.
Geriye dönüp baktığımızda, ucundan dönebildik diyebileceğimiz bir gelecek hayal ediyorum.
Sizce geleceği değiştirmek için nereden başlamalı?
İnsanlar ellerinden geleni yapmalı, harekete geçmeli. Tek sorun ne zaman artık harekete geçilecek sorusu. Evde beslenme şeklimizi değiştirerek et ve süt tüketimini en aza indirmek, geri dönüşüm, kompost yapmak gibi kişisel çabalar çok değerli ama sadece bunları yaparak da geleceği kurtaramayız maalesef. İklim krizinin gelecekte değil şimdi yaşandığını çevremize anlatmak gerekiyor. Fosil yakıt şirketleri ve hükümetlerin büyük dönüşümlere hazırlanması gerekiyor. Zamanımız yok ve taleplerimizin şimdi gerçekleştirilmesi gerekiyor. Her kaybettiğimiz zaman diliminde, daha fazla ekolojik çöküm yaşanıyor, daha fazla insan ölüyor ve daha fazla canlı yok oluyor.
Tüm bunların önüne geçebilecek zamanımız ve elimizde araçlarımız varken, bunu yapmamak bana çok üzücü geliyor.
Siz ruhunuzu nasıl doyuruyorsunuz?
Ben iklim krizinden en çok etkilenecek nesilde yer alıyorum. Dolayısıyla bunun durdurulması aksi takdirde geleceğimi mahvedeceğini biliyorum. Ben aktivizm ile iklimi savunarak ruhumu doyuruyorum.
Geleceğe dair umutlu musunuz?
Umut var şimdilik çünkü bilimsel raporlara göre hala zamanımız var dolayısıyla umudumuz var. Sadece zamanımız var diye umudumuzun olduğunu söylemek yanlış olur. O yüzden Greta’nın da söylediği gibi “Hareketin olduğu yerde umut vardır”.
Gençlik önderliğinde iklim hareketleri başladığından bu yana iklim krizi daha çok konuşulur oldu. Bir taraftan da bu sırada iklim krizi de kendini daha çok göstermeye başladı. Ben genelde insanlarda bilinç artışı gözlemliyorum. Ama asıl adımı atması gerekenler elbette karar vericiler. Onların da geç olmadan gerekli adımları atacaklarına inanıyorum.
Size ilham veren kitaplar, filmler hangileri?
İklim krizi açısından en sevdiğim kitaplar; Son Buzul Erimeden (Levent Kurnaz), Yaşanmaz bir Dünya (David Wallace-Wells), İşte Bu Her Şeyi Değiştirir (Naomi Klein)
Belgeseller’den ise David Attenborough belgesellerinin hepsi ama özellikle son belgeseli Breaking Boundries, Uygunsuz Gerçek, Bu Her Şeyi Değiştirir ve 2040.
Sizi en çok mutlu eden yemek, malzeme hangisi?
Çiğ yemeyi severim. Özellikle en çok yemeyi sevdiğim ve beni doyurduğunu hissettiğim meyve avokado. Sanırım sadece avokado ile beslenebilirim.
İklim aktivisti olmaya nasıl karar verdin? Hayatında neler değişti?
Ben 11 yaşındayken, yani iki sene önce Greta Thunberg ismiyle başladım iklim aktivizmine. 2018 yılının sonbaharında duymuştum Açık Radyo’da. Sonra takip etmeye başladım. Önce tek başına İsveç Parlamentosu önünde oturup iklim krizini anlattığını duyduğumu hatırlıyorum. Sonra çok hızlı büyümeye başladı, hemen her gün Greta ile ilgili haber bekliyordum, ne yaptı diye. TED konuşması gerçekten çok iyiydi, herkesin dinlemesini tavsiye ederim. Sonra Kanada, Avustralya, Finlandiya, Almanya gibi ülkelerde öğrenciler Cuma günleri onun gibi grevlere çıkmaya başladılar. Bütün bunları sadece takip ediyordum. Hem sosyal medyadan hem radyodan. Sonra bir gün 15 Mart için Küresel bir iklim grevi çağrısı yapıldığını duydum. İstanbul’da yapılacak olan greve çok katılmak istedim, annemler de destek verdi bu konuda bana ama o kadar çok araştırmamıza rağmen herhangi bir grev bulamadık. Tarih olarak net hatırlamıyorum ama 15 Mart’a çok az zaman vardı ve kendime güzel bir pankart hazırlamak ve greve çıkmak istiyordum artık. Madem hiçbir çağrı yok, ben çağrı yaparım diye düşündüm, bu yüzden kısa bir çağrı metni yazdım ve sosyal medyadan bir grev çağrısı videosu çıktım. Herkesi büyüdüğüm mahalle olan Bebek Parkı’na çağırdım. Aslında burayı seçmem çok eleştirilmişti ama o parkta büyümüştüm ve en iyi bildiğim yer orasıydı.
Basın bu çağrımı duyurdu, benimle iletişime geçmeye ve röportajlar yapmaya başladılar. En çok da Ayşe Arman’la yaptığım röportaj okununca, Bebek Parkı’nda 700 kişi ile ilk “iklim için okul grevini” yapmış olduk. Çok güzel bir gündü. Böyle bir kalabalığın geleceğini hayal etmemiştim. O günden sonra kendime iklim aktivisti demeye başladım.
Sonrasında okulum olmasına rağmen hafta sonları başka şehirlere gidip iklim krizini anlatmaya başladım. Beni toplantı ve seminerlere çağırıyorlardı, gidip gençler olarak taleplerimizi iletiyordum. O günden beri yani 2,5 senedir hala iklim krizi anlatıyorum. Pandeminin başlarında 2020 WWF Küresel Gençlik Ödülünü aldım.
Lozan’da başta Greta Thunberg olmak üzere şahane iklim aktivistleri ile tanıştım. Artık dünyanın farklı ülkelerinden dostlarım var.
Tanıştığım aktivistlerle iklim krizi üzerine röportajlar yapıp Yeşil Gazete’de yayınlıyorum. Aynı zamanda radyocu oldum. Greta’yı ilk duyduğum Açık Radyo’da geçtiğimiz senenin sonundan beri her Cuma İklim Kuşağı Konuşuyor programını hazırlıyor ve sunuyorum.
İKSV ve WWF için podcast çalışmalarım oldu.
Şiirlerimi iklim üzerine yazıyorum artık.
Yani aktivizmimi farklı alanlarda kullanmayı seviyorum. Bunlar benim için çok büyük değişiklikler.
İklim krizi ile ilgili bireylere nasıl bir sorumluluk düşüyor?
Az önce de söylediğim gibi aslında evinizde çevrenizde yapabileceğinizi yapın, elinizden ne geliyorsa. Bence herkesin elinden geldiğince iklim aktivisti olması gerekiyor. Benim düşünceme göre herkesin farklı kabiliyetleri, iyi oldukları alanlar var. Bunları araç olarak kullanarak iklim krizinin önüne nasıl geçileceğini keşfetmek de kişiye düşüyor. Ben size benim yolumdan, nasıl iklim aktivisti olabileceğinizi dört adımda söyleyebilirim.
- Farkına Var! – Krizin farkına varmalıyız
- Bilime Kulak Ver! – Farkına vardıktan sonra bilgi toplamak için araştırmalıyız
- Çevrene Anlat – Öğrendiklerimizi çevremize anlatmalıyız
- Harekete Geç – Sadece sözde bırakmak olmaz. Harekete geçip değişim yaratmalıyız.
Umudunu ve motivasyonunu nasıl koruyorsun? Umutsuzlaştığın anlar oluyor mu?
Umutsuzluğa kapılamamak mümkün değil ki… Yani bilime baktığınızda görüyorsunuz. Rapor özetlerine bakabiliyorum ben, tamamını okuyamıyorum genelde ama bu raporlardaki sayılar genel durumu anlamaya yetiyor. Bununla bazen başa çıkamayabiliyorum. Ama dediğim gibi hep umut olduğunu biliyorum. O yüzden daha çok iklim krizi üzerine çalışıyorum. Çalışmalarım sırasında benim gibi hisseden iklim aktivisti arkadaşlarımla dertleşebiliyorum. Birbirimize çok iyi destek olduğumuzu düşünüyorum. Gerçek bir dayanışma içindeyiz. Bu şekilde başa çıkıyorum sanırım.
Daha iyi bir gelecek için bugün bir şeyi değiştirebilsen bu ne olurdu?
Bu soruya çok basit bir cevap vermek istiyorum. Açgözlülük, bireysellik ve cehalete son verirdim çünkü bütün krizler, sorunlar ve hatta insanlığın sonu bu sebeplerden geliyor. Daha fazla para, daha fazla güç yüzünden hepsi bu yakılan fosil yakıtlar, doğa tahribatı ve daha kötüleri.
Eğer bireysel olarak davranışlarımızı değiştirmezsek bizi gelecekte neler bekliyor?
Aslında dünyada doğal kaynaklar bizlere gerekli tüm enerji için yeterli. Ülkemiz özellikle biliyorsunuzdur zaten, rüzgar ve güneş enerjisi için çok elverişli bir bölgede bulunuyor. Ama ısrarla kullanılan bu fosil yakıtların sera gazı oranları atmosferde nefes alamayacağımız kadar arttığı gibi, iklim sistemlerinde de yıkıma neden oluyor. Şöyle; kullandığımız fosil yakıtlar sebebiyle atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu 419 ppme kadar yaklaştı ve her sene biraz daha artıyor.
Oysa atmosferdeki ideal karbondioksit miktarı 350 ppm. Ben doğduğumda yani 2007 senesinde bu oran 368 ppm’miş. Bu durumda karbon katmanıyla kalınlaşan atmosfer tabakası ısıyı dışarı bırakamadığı için dünya normalden fazla ısınıyor. Buna ısınma değil, ısıtma diyoruz çünkü dünya kendi kendine ısınmıyor, biz ısıtıyoruz.
Dolayısı ile toprak kuraklaşıyor, kutuplar ve Himalayadaki buzullar eriyor. Himalayalar durumunda mesela, tüm ekoloji kuraklıkla karşı karşıya kalıyor.
Kutuplar durumunda da erime sonucu, denizler yükseliyor. Bu etkilenen bölgelerde yaşayan canlılar, insanlar dahil göç etmeye zorlanıyor. Çünkü aşırı sıcaklık dalgaları, kuraklık, açlık ve yaşanamayan bir “yaşam alanı” bırakıyor! Ben Saving Tuvalu isimli bir kampanyanın geliştirme direktörlüğünü yapıyorum ve Tuvalu hakkında çok çalışmalarımız var. Tuvalu iklim krizi sebebiyle batmakta olan bir ada ülkesi. Pasifik’in ortasında ve en yüksek noktası sadece 5 metre. Tarım bitmiş durumda. İçecek sularını sadece yağmasını bekledikleri su ile karşılıyorlar. Yakında bu ülkenin insanları iklim mültecisi olmakla karşı karşıya. Nereye gidebileceklerini de bilmiyorlar üstelik.
Denizlerde ısınmadan ve asitlenmeden dolayı mercanlar ölüyor. Bu arada mercanlar dünyanın en büyük ekosistemlerinden biri ve birçok canlıya ev sahipliği yapıyor. En önemli özelliği de Amazon Yağmur Ormanları kadar oksijen üretimi sağlıyor.
Türlerde kitlesel yok oluş gerçekleşiyor. Amazon’da Kongo’da ve Thano’da yağmur ormanları yok ediliyor. Bunlar olurken hala ekonomiyi yaşamın üzerinde tutmayı tercih edenler var. İşte sorun da tam burada…..
Bunların hepsi giderek artacak, haberlerde daha fazla görücez, daha fazla canlı türü yok olacak, kıtlık ve açlık, savaşlar takip edecek… Mesela Madagaskar’da herhangi bir savaş olmamasına rağmen sadece iklim krizinin etkisinden dolayı oluşan kuraklık sebebiyle açlıktan insanlar hayatlarını kaybetmeye başladı. İklim krizi aslında hayatımızın her alanını etkileyebilen kesişimsel ve karmaşık bir yapıya sahip.
Eğitim sistemi nasıl olmalı? Okullardan ne bekliyorsun?
Bu sene 10uncu sınıfa geçtim. Bugüne kadar gördüğümüz ders kitaplarında sadece birkaç sayfa ile anlatılıp bırakılmış bir kriz konusu var. Üstelik insanlığın karşı karşıya olduğu varoluşsal bir krizin bu kadar kısa anlatılması bana eğitim sisteminin ne kadar geride kalmış olduğunu da gösteriyor aslında.
Benim gibi düşünen Youth For Climate ekibinden arkadaşlarımla birlikte biz de change.org’da bir kampanya başlattık. Okulda İklim Öğret sloganıyla bugüne kadar 17 bin’in üzerinde imza topladık.
Ülkemizde öğrenciler, iklim değişikliğinin etkileri ile yüzleşmeye hazır olmadığı veya çözümlerin öğretilmediği gibi, doğayla bağ kurmalarını sağlayacak empati duyguları da bu sebeplerden dolayı gelişmediğini düşündüğümüzden dolayı bu gidişatı değiştirmek istiyoruz. Sürdürülebilirlik ve iklim değişikliğinin müfredatta öğretilmesi, gelecek nesillerin, yaşam şartlarına uyum süreci ve geleceğin yeşil işleri için gerekli bilgi ve becerilerle donatılması gerekiyor. Bu eğitim her gence daha dayanıklı ve sürdürülebilir bir topluma katkıda bulunma yetisi verecektir.
Son dönemde çıkan yangınlar geleceğe dair hislerini, fikirlerini değiştirdi mi? Sence ne yapmalıyız? Bizlere düşen ne?
Sanayi devrimi ile insanlığın karbon ayak izi büyümeye başladı. Sanayi devrimi öncesi ısıtmanın şu anda 1.2 ℃ üzerindeyiz. Oysa bilim insanları eğer günlük yaşantılarımızı bu şekilde yürütmeye devam edersek bu yüzyıl sonunda 4 ℃ üzerine çıkacağını söylüyor. Biz eğer 1.2 ℃ ile bu gibi felaketleri yaşıyorsak, 4 ℃ üzerini düşünemiyorum bile. Bu bilimsel yönü işin.
Böyle gelmiş böyle gider mantığı ile devam etmemiz mümkün değil. Mevcut sistemi yok etmemiz gerekiyor. 24 Eylül’de de küresel iklim grevimizin sloganı da bu; Sistemi Yok Et. Kolay olmayacak. Zamanımız daralıyor, hızlı olmamız gerektiğini biliyoruz ve bilimi dinlediğimiz için grevler yapıyoruz. İklim aktivistliğine başladığımdan beri “Evimiz Yanıyor” diyoruz. Yani yangınların, sellerin, kuraklıkların kısacası bu ekstrem hava olaylarının sıklaşması zaten iklim krizinin gittikçe arttığını gösteriyor.
İklim krizini insanların başlattığını öğrendiğimde çok şaşırmış ve endişelenmiştim. Şimdi gözümün önünde bu felaketlerin artarak yaşandığını görüyorum. Mesela kırk yılda bir yaşanacak seller artık her yıl daha çok bölgede yaşanmaya başladı. Yangınlar için de “normal” diyor bazıları. Evet, bu yangınlar ormanları yeniliyor olabilir ama bu kadar sık ve yaygın olan yangınlarla yenilenmesi için fırsat olacak mı gerçekten?
Yangınlarda hayatını kaybeden insanlardan bahsediliyor bir de ama diğer canlılar da hayatını kaybediyor. Çok yönlü bir kriz içindeyiz ve bu krize kriz demeye başlamalıyız. Sonra bilimin bize söylediklerini dinlemeliyiz. Yani krizin çözümü bilimde, bu şekilde bu krizden çıkabiliriz. Daha iyi bir dünya kurabiliriz. Buna inanıyorum.