Bu yazıyı 3 dakika 32 saniyede okuyabilirsiniz.
Bal konusunda dünyanın en şanslı coğrafyalarından birindeyiz kuşkusuz.
Bal, belki de doğanın en mükemmel dayanışma ürünü. Bir tane kraliçe arı, binlerce işçi arı ve yüzlerce erkek arı aynı kovanda, akıl almayan bir düzen içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Dişi olan işçi arıların yapmadıkları iş yok. Arı gibi çalışkan lafı bu arılara gönderme. Kraliçe arıyı henüz bir kurtçukken beslemeye başlıyorlar. Sonra kilometrelerce uçup nektar ve polen topluyorlar. Bal mumu yapıyorlar, petek örüyorlar. Pek bilinmeyen özelliklerinden biri de kanatlarını çırparak kovanı serinletebilmeleri. Sanki yelpaze sallıyorlar. Bir de şu var: işçi arılardan biri çıkıp nektarın yerini tespit ediyor. Sonra peteğin üzerinde belli bir ritimde dönerek dans ediyor. Defalarca sekiz çizerek diğerlerine nektarın koordinatlarını anlatıyor. Boşuna aranıp vakit kaybetmesinler diye. Dayanışmaya bakın! Kovanın temizliğinden, balın güvenliğine kadar her şeyden bu ufak tefek işçi arılar sorumlu. Sonuç, bir işçi arı bunca emek karşılığında hayatı boyunca bir tatlı kaşığının on ikide biri kadar bal üretebiliyor. Parmağın ucu kadar! Ama amaç kişisel varoluş değil, toplum olarak yaşayabilmek değil mi? Arılar tam da bunu yapıyorlar.
Eski Mısır’da balın, Güneş Tanrısı Ra’nın gözyaşları olduğuna inanırlarmış. İnsanların sağlığa yararlarını anlamaları da uzun sürmemiş. Yüzyıllarca ilaç niyetine tüketilmiş, güzellik amaçlı kullanılmış. Bal satın alınmaz, ancak hediye edilirmiş. Bal, 18. yüzyıla kadar değerini kaybetmemiş. Derken modern kovanlar, peteğe yaklaşmak için kullanılan dumanlama sistemi, arıların taşınabilir olmaları bal üretimini yaygınlaştırmış.
Bugün gelinen noktada hem arıların hem de balın durumu vahim. Güneş Tanrısı göz yaşlarının ne halde olduğunu görse, bir de onlar için ağlardı herhalde. Tüm dünyada son 10-15 senede toplu arı ölümleri görülüyor. Nedeni tam olarak belirlenemeyen bir yok olma söz konusu. Arıların azalması sadece daha az bal yapmaları anlamına gelmiyor. Yediklerimizin en az yarısı varlıklarını arıya borçlu. Boşuna arı için doğanın meleği dememişler. Arı olmadan polen taşınamaz, çiçekler meyveler çoğalamaz. Bilim adamları, araştırmacılar, doğaseverler hemfikir: önlem alınmazsa bu gidişle rengarenk bir doğa yerine tek renkli, kara kuru bir dünya olacak.
Bu toplu ölümlerin sebeplerine bakıldığında en ön plana çıkan hadise tek ürüne dayalı tarım. Farklı çiçekler yerine kilometrelerce aynı çiçekten beslenmek zorunda kalan arı, her gün aynı yemeği yiyen insan gibi güçsüz ve sağlıksız kalıyor. Üstelik bu çiçekler bittiğinde arıların gidebileceği başka bir “polen-matik” olmayınca aç kalıyorlar. İlaçlama, hem tarımsal ilaçlama hem de arıları çeşitli böceklerden korumak için yapılanlar, arı ölümlerinin bir başka sebebi. Arıların oradan oraya taşınması, arı türlerinin karıştırılarak güçsüzleşmesi gibi etkenler de söz konusu. Türkiye’de görülen toplu arı ölümleri ise çoğunlukla yanlış ilaçlamaya ve iklime uyum sağlayamayan ithal arı kullanımına bağlanıyor.
Bala gelince, sorunlardan biri bundan elli sene evvel kullanılan yöntemlerin yavaş yavaş yok olması. Örneğin, arıların kendi başlarına yaptıkları balmumu ve petekten oluşan karakovan balı artık “aranan” bir lezzet. Çünkü çoğu arıcı bal mumu için fabrikaya gidiyor. Yine arının ürettiği balmumundan yapılmış ama makina değmiş peteği arıya veriyor. Bu sayede arının işi iki ay yerine bir ayda bitiyor. Bu petekten süzme bal elde etmek de daha kolay. Bazıları bunun sakıncası olmadığını söylese de hem balın lezzeti etkileniyor, petek damağınıza yapışıyor, hem de gelenekler yok oluyor. Başka bir durum da arılara glükoz şeker karışımı şerbet verilmesi. Arı bu durumda çiçeklerden değil şekerden besleniyor. Kışın tercih edilen bu yöntem arıların doğada çiçek bulamayınca açlıktan ölmemeleri için. Tabii, üreticiler yeterli miktarda balı onlara bırakabilseler bu zaten olmayacak. Arılar şekerden çok önce nasıl yaşadılarsa bir yolunu bulurlar elbet. Ancak arıcıların çoğu bunu riske atamıyor. Bal yapsınlar diye değil ama kendilerini doyursunlar diye vermek zorunda kalıyorlar. Bu, arıyı şekerle besleyip bal ürettirenler ya da eldeki balı şerbetle karıştıranlar yok anlamına gelmiyor. Onların yaptıkları sahtekarlık ve suç.
Bal delisi Winnie the Pooh şöyle diyor “Arı neden var? Bal yapmak için. Bal neden var? Benim yemem için!” Eskiden arılardan neredeyse izin istenerek alınan bal, artık bizim için üretiliyor sanki. Amaç daha fazlasını almak, daha fazlasını satmak olunca işin kuralı değişiyor.
Her şeye rağmen, Anadolu halen çiçek ve doğa çeşitliliği açısından arılar için bir cennet. Arılarımız da, özellikle Kafkas türü, oldukça güçlü arılar. Belki markette en kolayımıza gelen hep aynı tip balı alıp duruyoruz ama keşfetmemizi bekleyen o kadar çok bal var ki. Artvin’de kestane balı, yayla balı. Hakkari’de Yüksekova balı. Bitlis’in karakovan balı. Rize’de arıların yüzlerce çiçekten elde ettikleri meşhur Anzer balı. Çamlıhemşin’de arıların binlerce metredeki çiçeklerden ürettikleri karakovan balı. Ege’de de kekik, çiçek ve tabii ki çam balı… Dünyadaki çam balının büyük yüzdesi Ege’de, özellikle de Marmaris, Datça ve çevresinden elde ediliyor. Bal konusunda dünyanın en şanslı coğrafyalarından birindeyiz kuşkusuz.