Gündelik hayatımızı koca bir stres balonuna dönüştürmemizin hiçbir işe yaramadığını nihayet anladık. Çareyi de basit yaşamayı düstur edinmiş kültürlerin kavramlarında bulduk.

“Lagom”, “Hygge”, “Ikigai”, son zamanlarda hayatımıza giren sözcüklerden birkaçı. Tüm dünyada kitapları çok satanlar listesinde. Herkes artık sade yaşamak istiyor.

Moda kavramlar gibi görünseler de, her biri hayatınızı adapte ettiğinizde, o sadeliği, gürültüsüzlüğü içselleştirdiğinizde çok seveceğiniz yaşama biçimleri. Çok da öğreticiler. Öncelikle kendinize, sevdiklerinize vakit ayırmayı, yaşadığınız alanı sade, zihninizi serbest bırakan bir mekana dönüştürmeyi öğreniyorsunuz. 

Bir şeyin size yettiğinin farkındaysanız, daha fazlasına gerek var mı? 

Türkçede “azı karar” deriz lakin hayatımıza uygulamakta zorlanırız. Kullanmadığımız halde aldığımız onca eşya, ağzına kadar dolu buzdolapları, bitmek bilmeyen işleri bitirmeye çabalarken kaçırdığımız sosyal hayat, didinmek derken yaşamdan tat almayı unutuyoruz. İşte lagom yaşamak tam da burada duruyor. Mola vermek, düsturlarından biri. Öğle arası dışında sabah ve öğleden sonra kahve arası veriyorlar. İsveç’te mesai bitiminden sonra kimse ofiste kalmıyor. Bu arada İsveç’in verimlilik sıralamasında altıncı olduğunu da ekleyelim.

Mutlaka komşularıyla, arkadaşlarıyla birlikte bir şeyler yapıyorlar. Cuma akşamları mutlaka birlikte yemek pişiriyor, oyunlar oynuyorlar, pikniğe gidiyorlar. Japonların benimsediği ikigai prensibinde de mutlaka bir aidiyet duygusu var, bu bir oyun grubu da olabilir, komşuları ziyaret de. Gördüğünüz gibi, dünyanın iki farklı ucunda da olsa, iyi yaşamanın koşulları hep birbirine benziyor. Bir yanıyla bizim de kaybettiğimiz değerlere dönüp bakmamız gerektiğine dair bir işaret tüm bunlar. Geçmişte burada eve misafir gelmesi olağan bir şeydi, gelen misafirle el birliğiyle bir sofra kurmak, birlikte bir masanın etrafında oturup sohbet etmek vardı. İstersek yeniden bu alışkanlığı kazanabiliriz, neden olmasın? İsveçlilerin “pytt i panna” adını verdikleri, sadece evde kalan malzemelerden hazırladıkları bir yemekleri var. Patates, havuç, soğan, buzdolabında ne varsa, onları pişiriyorlar.

Evlerinde fazladan eşya yok. Son derece sade, rafları, duvarları kullanan, içinde gereksiz herhangi bir eşyaya, giysiye yer olmayan, minimalist evleri var. Tamir ediyorlar, sık sık ev ve gardırop düzenliyorlar. Lagom yaşamanın en önemli alışkanlıklarından biri de geri dönüştürmek. İsveç’te çöpe giden ve geri dönüştürülmeyen atık oranı sadece yüzde 1. Tamamı enerjiye dönüştürülüyor. Mutlaka komposta ayırdıkları çöpleri var ve tabii ki bahçeyle uğraşıyorlar. 

“Köpstopp” adını verdikleri bir alışkanlıkları var, bir süre boyunca hiçbir şey satın almamak anlamına geliyor. Tükettikleri üzerine düşünmeye, ihtiyacı kadar almaya yönlendiren bir alışkanlık. Alışveriş bağımlılığına da faydalı… Her  şeyi toptan satan, yanınızda kavanozlar, çantalar götürmeniz gereken marketleri var.

Ikigai

Gelelim Japonların mutlu yaşam prensibine. İkigai, hayatı yaşamaya değer kılan, her gün yataktan kalkmanızı sağlayan şey olarak çevrilebilir. Ikigai’nin de ana unsurlarından biri aşırıya kaçmamak ve kendini akışa bırakmak. Kararında çalışmak, kararında yemek, kararında hareket etmek. Ikigai’yi anlamak için Okinawa adası sakinlerinin yaşantılarına biraz göz atmak yeterli. Japoncada emeklilik anlamına gelen bir sözcük yok. Çünkü herkes akışında çalışıyor, biri her gün suşi yapıyor, biri sadece asansör tamir ediyor, bunu yıllarca, sıkılmadan yapıyorlar, çünkü mutlaka kendilerine ayırdıkları bir alışkanlıkları daha var. Bazıları resim yapıyor, bazıları bahçeyle ilgileniyor, bir şeyler ekip biçiyor. Komşularıyla, arkadaşlarıyla, satranç grupları var. Onlara ve kendilerine zaman ayırıyorlar. Mutlaka yemek pişiriyor, sofradan tıka basa doymuş olarak asla kalkmıyorlar. Gün içinde kısa yürüyüşler yapmayı da ihmal etmiyorlar.

Hygge

Hygge ise, yine İskandinav ülkelerinden Danimarka’dan öğrendiğimiz bir yaşam şekli. Hygge, rahatlık, konfor, sıcaklık manasına geliyor. Daha çok, evinizi en mutlu olduğunuz ortama çevirmeye yönelik. Mum ışığında kitap okumak, evi sıcacık çöreklerle mis gibi kokutmak, pofuduk pofuduk çoraplar giymek, evinizi arkadaşlarınızla birlikte olduğunuz bir mabede dönüştürmek “hyggelig” alışkanlıklardan. Lagom’la hygge’nın birleştiği pek çok alışkanlık daha var elbette. Cuma akşamları, “sıcak ve samimi Cuma” anlamında “Fredagsmys” adını verdikleri bir alışkanlıkları var. Herkes bir şeyler pişiriyor, eşofmanlar giyiliyor ve eğleniliyor. Fika ise, İskandinav’ların kahve molalarına verdikleri isim. Ancak sadece kahve molası dersek kavramın kendisine haksızlık etmiş oluruz. Bir sohbet, günlük yaşamdan uzaklaşma, yaptığın her ne ise ona bir ara verme aracı fika. Telefonun ışığının yanıp durmadığı, e-mail’lerin okunmadığı anlar. Atıştırmalık tarçınlı çörekler, küçük sandviçler, bir kitap olsa kâfi. Tek başınıza da olur, sevdiklerinizle de. Günlük tutmak, küçük yürüyüşlere çıkmak da lagom ve hygge’nın ortak yönlerinden bazıları.

Tüm bu kavramları devşiren bir dünyada olmak sanki daha iyi değil mi? Paylaşmak, bölüştürmek, birlikte bir şey yapmak, dönüştürmek, değerlendirmek, tamir etmek, aşırı tüketmenin, stresli bir yaşamın, koşuşturmacanın yanında çok daha iyi görünüyor… Artık giymediğiniz giysileri, kullanmadığınız gereçleri ihtiyacı olan birine vermek hem sizi ferahlatacak, hem sadeleşeceksiniz. Size çok faydası olan bir kitabı paylaşmak mesela, kitaplığa yeni bir gözle bakıp okumayacaklarınızı bağışlamak, arkadaşlarınıza hediye etmek… Hem size, ruhunuza iyi gelecek, hem de yeni kitaplara yer açacaksınız kitaplığınızda… Nasıl yapacağım diyenler için, değişmek için şimdiden daha iyi bir zaman olamaz. Ruhun Doysun’da da tam da bunları anlatmıyor muyuz?