ARÇELİK KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI VE İŞLENMESİ MÜŞTERİ AYDINLATMA METNİ

Kapat X
Dünyadan

Bitki Körlüğü

Bitkiler, dünyanın şimdisini ve geleceğini tehdit eden temel sorunlarla yakından ilişkili. Bitkilerin tahribatı ve bu konudaki kitlesel ilgisizliğimiz, iklim krizinin temel sebepleri arasında. Ancak bitkiler, bu krize aradığımız cevaplarda da büyük potansiyele sahip. Peki bitkilere karşı neden böyle bir ihmal ve gaflet söz konusu?

Şehir yaşamında bırakın yabani bitkileri tanımayı, yeşil rengini görmekte bile zorlanıyoruz. Ancak nadiren de olsa yeşili bulabildiğimiz, ağaçlar, çalılar ve otlar arasında dolaştığımız durumlarda etrafımızdaki bitkilerin kaçının ismini biliyor, hatırlayabiliyoruz? Neredeyse her gün tükettiğimiz meyve ve sebzelerin fidelerinin ve ağaçlarının neye benzediği hakkında bir fikrimiz var mı? Kaldırıma baktığımızda yalnızca gri taşlar mı görüyoruz yoksa taşlar arasından başlarını çıkaran pembe-yeşil otları fark edip “Acaba yabani semizotu mu?” diye durup bakıyor muyuz?

“Bitki körlüğü”, çevremizdeki bitkileri görememe veya fark edememe durumuna verilen isim. 90’ların sonunda iki botanikçi tarafından ortaya atılan bu terim, bitkilerin dünyadaki yaşam için önemini görmezden gelmeyi ve bitkileri hayvanlardan daha değersiz bulmayı da kapsıyor. İnsan beyninin bitkileri görmezden gelmeye meyilli olması, günümüzdeki durumun normal olduğu anlamına gelmiyor. Günlük hayatta duyu organlarımızla algıladığımız “verilerin” çok fazla olduğu durumlarda beyin, bu verileri filtreleme ihtiyacı duyuyor. Her bitkiyi ayrı ayrı algılamak çok çaba gerektirdiğinden bunu yapmak yerine tümünü bir yığın halinde algılayabiliyoruz.

Günümüzde karşı karşıya olduğumuz birçok ekolojik problemin sebebi, kendimizi doğaya hükmeden bir tür olarak görmemiz ve bu süreçte kendimiz dışındaki türleri yalnızca birer kaynak gibi kullanmamız. Bu yüzden kendimizi doğanın dışında tutmamız, doğadan tümüyle uzaklaşmış olmamız hiç beklenmedik değil. Başka canlılara empati duyduğumuz nadir durumlarda ise bu canlılar genelde hayvanlar, hatta omurgalılar oluyor.

Tüm bunların sonucu olarak bitkiler hep ikinci plana itilmiş. Böylece zaten bilişsel olarak bitkileri görmezden gelmeye kısmen programlı insan beyni, bitkileri yeşil kümeler halinde algılamaya, canlılıklarının farkına varmamaya başlamış. Bu yüzden nefes aldırmadan sürdürdüğümüz çevre tahribatının en vahim sonuçlarıyla karşı karşıya kalan türler de bitkiler olmuş.

Peki bu durum neden bir problem? Bitkileri göremeyişimiz ne gibi sorunlara yol açabilir? Bitki körlüğünün sebep olabileceği, aynı zamanda çözebileceği sorunlara birlikte bakalım.

Bitki körlüğü nelere yol açıyor?

Bitki körlüğü, adından da anlaşılabileceği üzere, bitkilerin fark edilmemesine ve dolayısıyla hak ettikleri değeri görmemelerine sebep oluyor. Bu da daha geniş ölçekte, bitkilerin korunmasına karşı bir ilgisizlik demek. Bu ilgisizliğin ise bu konuda eğitime erişimin zorlaşması, araştırma ve koruma projelerine verilen maddi desteğin azalması gibi sonuçları olabilir.

Dünyanın birçok yerinde üniversitelerde bitki biyolojisi ve botanik bölümleri kapatılıyor. Ayrıca biyoloji lisans eğitiminde ve ilgili başka bölümlerin müfredatlarında bitki bilimine tanınan alan gittikçe daralıyor. Bitki biliminde üniversite düzeyinde eğitimin zorlaşması yalnızca uzmanların sayısını değil, araştırma fonlarını da etkiliyor. Bitkiler üzerine yapılan araştırmalara daha az fon ayrılması, daha az araştırmanın mümkün olması demek. Bu da tıp ve gıda güvenliği gibi birçok konuda ihtiyacımız olan bitkiler hakkında bilgi edinemememiz anlamına geliyor. Bitkiler hakkında bilgi edinmeye bu kadar muhtaç olduğumuz bir dönemde, alanında uzman bitki bilimcilerin sayısının azalması hiç iç açıcı bir manzara oluşturmuyor.

2011’de yayımlanan bir rapora göre bitkiler, ABD tarafından tanınan tehlike altındaki türlerin %57’sini oluşturuyor. Ancak mesele bu oranın yüksek olması değil. Bitkiler, tehlike altındaki türlerin yarısından fazlasını oluşturuyor ama türlerin korunması için ayrılan devlet bütçesinin yalnızca %4’ü bitkiler için kullanılıyor. Türkiye’de de durumun çok farklı olduğu söylenemez. Ekoloji alanında faaliyet gösteren birçok vakıf ve kurumun koruma projelerinin odağında hayvanlar yer alıyor. Ancak durum tamamen umutsuz değil. TEMA Vakfı’nın kurucularından Ali Nihat Gökyiğit’in kurduğu ANG Vakfı bunun başlıca örneklerinden. Vakıf, Türkiye’deki bitki çeşitliliğinin arşivlenmesi ve korunması için çalışmalar yürütüyor, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi kapsamında her yaştan insana bitkiler hakkında eğitimler sunuyor.

2020’de yayımlanan “Dünyadaki Bitkilerin ve Mantarların Durumu” raporu, keşfedilmemiş bitkiler de dahil, tüm bitki türlerinin neredeyse %40’ının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu öngörüyor. Bu oran, aynı raporun 2016 versiyonunda %20 idi. Raporu hazırlayan bitki bilimciler, tahminlerindeki bu artışı da gözeterek bitki türlerinin onları keşfetmemizden daha hızlı bir şekilde kayboluyor olabileceğini düşünüyor.

Bitkileri tanımak ve bitkilerin biyoçeşitliliği neden önemli?

Dünyadaki yaşamı doğrudan tehdit eden problemlerin birçoğu bitkilerle yakından ilgili. Küresel ısınma, gıda güvenliği ve olası hastalıklarla mücadele bunlardan bazıları. Bitkileri tahrip etme hızımız, bunun nasıl gerçekleştiği, bitkilerin buna nasıl yanıt verdiği gibi konular hakkında yeterince bilgimiz yok. Bunları araştırmadan ve bilmeden bu problemlerle baş edebileceğimizi düşünmek pek gerçekçi değil.

İlaç üretiminde 28.000’i aşkın bitki türü kullanılıyor. Bitkiler, akla genelde geleneksel tıbbı getirse de modern tıpta da yerleri büyük. Kanser karşıtı ilaçlardan kan sulandırıcılara birçok ilaçta bitkilerden yararlanılıyor. Yani bitki türlerinin bu hızda yok olması, günümüzde yaygın olarak kullandığımız birçok ilacın üretilememesi demek. Ayrıca gelecekte karşı karşıya kalacağımız hastalıklar için çözüm olabilecek bitki türleri, bu potansiyelleri keşfedilemeden yok oluyor olabilir.

Gelecekte daha da büyük bir problem haline gelecek olan gıda güvenliğinde bitkilerin yeri kritik. Bunun sebebi yalnızca yenilebilir bitki türlerinin birer gıda olması değil. Bitkiler de insanlar gibi, gelecekte yeni hastalıklarla karşı karşıya kalma riskine sahip. Geçmişte hastalıkların tarım ürünlerini yok edip yıllarca süren kıtlıklara yol açtığını biliyoruz. Gelecekte hem bunun tekrarlanmaması hem de bitkilerin iklim kriziyle ortaya çıkan çevresel koşullara uyum sağlayabilmesi için genetik çeşitlilik çok önemli. Ticari amaçla ıslah edilmiş bitkilerin çok eski ve yabani akrabaları buna iyi bir örnek. Bu türler, çok eski olduklarından ve belli özelliklerini sivriltecek şekilde ıslah edilmediklerinden, birçok hastalığa ve çevre koşuluna dirençli genlere sahipler. Ancak bu genlerden yararlanabilmemiz için bu bitkilerin keşfedilmeleri ve korunmaları gerekiyor.

Geleneksel tarım toplumlarında ise insanlar yalnızca yetiştirdikleri bitkileri değil, yerel yabani bitkileri tanıyor, özelliklerini ve faydalarını biliyorlardı. Günümüzde bunun bir örneği kırsal bölgelerde yaşayan toplumların yabani otlara verdiği yerel isimler olabilir. Bu isimlerin ve yılların bilgi birikiminin eski nesillerle birlikte kaybolması da bitki çeşitliliği için bir tehdit oluşturuyor.

Ne yapabiliriz?

Dünyanın birçok yerinde bitki körlüğüne dikkat çekmek ve halkı bitkilerin önemi hakkında bilinçlendirmek için çeşitli girişimler mevcut. Örneğin Londra’da bir grup “kanunsuz” botanikçi; kaldırımlara ve duvarlara etraftaki bitkilerin isimlerini yazarak onları tanıtmaya çalışıyor. Taşların arasından fırlamış uzun boylu bir otun altında “çobançantası”, kaldırım kenarındaki bir ağacın yanında “Londra çınarı” veya duvar kenarındaki bir çiçeğin arkasında “gelincik” yazabiliyor.

Benzer şekilde, bir botanik sanatçısı olan Işık Güner dünyanın dört bir yanından bitkileri resmediyor. Güner, Türkiye’nin florasının görsel olarak kayıt altına alınması, tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan orkide türleri hakkında farkındalık yaratılması gibi hedefleri olan birçok projede yer alıyor.

Eğitim kurumları da tabii ki bu konuda bilinçlenmenin öncülerinden. Harvard Üniversitesi, “TreeVersity” adındaki proje kapsamında üniversitenin botanik bahçesinde yer alan bitkileri kategorize etmek için insanlardan yardım istiyor.

Doğayla ilgili her konuda olduğu gibi bitkiler hakkında da çocukları bilinçlendirmek çok önemli. Gün geçtikçe doğadan daha uzak yetişen çocuklar, etraflarındaki dünyadan bihaber büyüyorlar. Bitkiler hakkında anatomik bilgi vermenin ötesine geçmeyen okul müfredatları da bu konuda yardımcı olmuyor. Bitkilerin dünyadaki kritik rolünün çocuklara öğretilmesi, bu konuda toplumsal bilincin kazanılması için şart. Bunun için yaşadığınız yerde nelerin yetiştiğini ve bunlardan hangilerinin güvenli olduğunu öğrenerek çocuklarınızla birlikte “toplayıcılık gezileri”ne çıkabilirsiniz. Örneğin sonbaharda ormanda çam kozalaklarıyla hazine avı yapabilir veya meyveleri mevsiminde birlikte toplayarak yedikleri meyvelerinin bitkilerinin neye benzediğini öğrenmelerine yardımcı olabilirsiniz. Hatta yabani semizotu gibi neredeyse her yerde yetişen otları toplamak için şehirden çok uzaklaşmak gerekmiyor bile.

“Dünyadaki Bitkilerin ve Mantarların Durumu” raporunun en güncel versiyonu 2023’te yayımlandı ve raporda bitki türlerinin korunması için neler yapabileceğimize dair bir plan mevcut. Bu planın büyük bir kısmı, bilgiden yararlanmaya dayanıyor. Raporda, bitkilerin evrimi ve coğrafi dağılımları hakkında yeni bilgilere erişimimiz olduğundan bahsediliyor. Bu bilgiler ağaç, çalı ve otların iklim değişikliği sebebiyle nasıl değişeceğine ve hareket edeceğine dair bir fikir verebilir.

Bitki koruma çalışmalarına ayrılan finansal destek zaten kısıtlıyken bu desteğin doğru şekilde harcanması daha da önem kazanıyor. Önceden bunun, biyoçeşitliliğin en yüksek olduğu yerlerin koruma altına alınması demek olduğu düşünülüyordu. Ancak rapor, bu bakış açısının yetersiz kaldığına dikkat çekiyor. Bitkilerin dağılımına evrimsel bakış açısından yaklaşmak, türleri en verimli şekilde koruma stratejileri hakkında araştırmacılara yeni fikirler veriyor.

Raporda altı çizilen bir diğer konu, bitkileri yalnızca kendi içlerinde değerlendirmemek. Örneğin bir ağaç, gövdesindeki mantarlar ve böcekler ya da köklerindeki bakterilerle bütün bir ekosistem oluşturuyor. Dolayısıyla bitki türlerini koruma çabaları, bitkilerin sürekli etkileşim halinde oldukları diğer canlı türlerinden bağımsız ilerlememeli.

Size daha iyi hizmet sunabilmek için sitemizde çerezler kullanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerez politikamıza izin vermiş oluyorsunuz.