Bu yazıyı 2 dakika 12 saniyede okuyabilirsiniz.
Japon Felsefesi Kintsugi, kırılmış eşyaları altınla onarırken, bize kusurlardaki güzelliği görmeyi hatırlatıyor
“Dünya herkesi kırıyor ve sonra bazıları o kırık yerlerden daha güçlü çıkıyor.”
Ernest Hemingway
Dünyanın her şeyde kusursuzluğu aradığı bir dönemden geçiyoruz. Kırışıksız yüzler, pırıl pırıl elmalar, çiziksiz telefonlar, rengi solmamış giysiler, lekesiz camlar ve daha nicesi. Her şey kusursuz olmalı! Tam da bu kusursuzluk arayışın ortasında, pırıl pırıl parlayan, altın rengi bir hikaye, bir gelenek var: Kintsugi.
Çömlek, vazo, bardak gibi seramiklerin kırıldıkları yerden altınla birleştirilmesi sanatına Kintsugi deniyor. Kintsugi bize kusurların, çatlakların güzelliğini, tamir etmenin coşkusunu yeniden hatırlatıyor.
Rivayete göre Japonya’da bir imparator çok sevdiği vazosu kırılınca Çin’e gönderiyor, geldiğinde metal zımbaları görünce küplere biniyor. Japon zanaatkarlara, daha güzel bir yol bulmalarını istiyor. İşte 15. yüzyılda bu şekilde, ihtiyaçtan doğan bu sanat, günümüze kadar geliyor. Kin altın, Tsugi ise birleştirmek, yamamak demek. Kırıkların arasındaki altın, kırılmış olsa da, bozulmuş olsa da bir şeyin hâlâ değerli belki de olduğundan daha değerli olduğunu söylüyor. Kırık parçalara yeni bir yaşam, belki de bir yaşam gayesi kazandırıyorlar bu şekilde. Kusurlu olana, kırık olana yeni bir yaşam armağan ediyorlar. Kırıkların içindeki güzelliği buluyorlar. Kintsugi’nin amacı kırık vazonun yeni gibi görünmesi değil, kusurlarıyla güzelleşmesi, sizin bakış açınızın değişmesi. Yani aslında bir yeniden doğuş anlamı taşıması.
Önemli Kintsugi ustalarından biri şöyle diyor: “Kırık eşyadaki güzelliği tamir etmiyorsunuz. Oradaki güzellik, o nesneye nasıl baktığınızla ilgili. O kırık eşyadaki potansiyeli görebiliyoruz, normalde çöpe atılacak o eşyayı yeniden kullanıyor, yeniden doğmasını sağlıyoruz.”
Çocukken herkes annesinin bir kıymetli vazosunu kırmıştır. Ucundan kırıldıysa evde Japon yapıştırıcısı vardır, hemen kırıldığı yerden tamir edilir. Şöyle paramparça ettiyseniz başka… O nereye saklanacağını bilememe halini, sonra o cam kırıklarının şıngır şıngır süpürülme sesini unutabildiniz mi hiç? Peki ya, o kırık parçalar çok daha değerli bir şeye dönüşebilseydi?
Geri dönüştürmeyi, sökük dikmeyi, yapıştırıcıyla bir şeyleri yapıştırmayı çoktan unutmuş gibiyiz. Her şeyin yenisini alıyoruz, ucu kırılmış, ağzı parçalanmış vazolardan ve seramiklerden kusurlu diye vazgeçiyoruz. Bu yediklerimizi, tarımı bile etkiliyor, o kusursuz domateslerin yanındaki doğal domateslerin kimse yüzüne bakmıyor. Gıda israfının büyük nedenlerinden biri de, bu kusursuzluk arayışı.
Kintsugi, Japon felsefesi wabi-sabi’ye dayanıyor. wabi-sabi, kusurlu olanı kabul etmek, kucaklamak, onların içindeki güzelliği görmek anlamına geliyor. Bu birbirine yaslanan felsefe ve geleneğe bir metafor olarak baktığınızda da Kintsugi’den de wabi-sabi’den de öğrenecek çok şeyimiz var.
İnsanız, hatalar yapıyoruz, bir şeyler olmuyor, her birinden bir ders alarak bir sonraki aşamaya geçiyoruz, hiçbirimiz mükemmel değiliz, ama mükemmel olmasak da yaşıyoruz. İşte wabi-sabi de, hatalarından ders alan, kırıldığı yerden güçlenen insanları kucaklamak bir nevi. Etrafımızdaki insanları kusurlarıyla kabul etmeyi öğreniyoruz. Sevmediğimiz huylarımızı törpülüyoruz lakin, yine de kusurluyuz, böyle de iyiyiz.
Bizi bir bütün kılan şey aslında kusurlarımız, kırıklarımız, çatlaklarımız. Hayat herkesi tökezletebiliyor, kırabiliyor. Hemingway’in de dediği gibi, bazıları bu kırıklardan daha güçlü, daha parlak çıkıyor. Aynı Kintsugi gibi… Altından ve kendi içinde çok güzel.