Bu yazıyı 3 dakika 32 saniyede okuyabilirsiniz.
Nefes kesici, büyüleyici, olağanüstü Yosemite Ulusal Parkı’nda keşif dolu bir tatil.
Bu yaz doğayla kaybettiğimiz bağımızı geri kazanma çalışmaları kapsamında rotamızı Amerika’nın en etkileyici doğal parklarından Yosemite Ulusal Parkı’na çevirdik. Yosemite Ulusal Parkı Los Angeles’a 5 buçuk saat, San Francisco’ya 4 saat mesafede Kaliforniya’da Sierra Nevada sıradağlarında bulunuyor.
Doğayla içe içe olmak istesek de kendimizi çocuklarla çadırda kalmaya hazır hissetmediğimiz için daha konforlu seçenekler araştırarak Autocamp’te kalmaya karar verdik. Autocamp, şimdiye kadar gördüğümüz en güzel glamping örneği. Kendini “Sadeleştirilmiş Macera” olarak tanımlayan Autocamp’in amacı insanların doğayla ve birbirleriyle iletişime geçmelerini sağlamak. Autocamp, Yosemite Ulusal Parkı girişine 45 dakika uzaklıkta harika bir konumda bulunuyor. Alternatif bir yerde konaklamak isterseniz, parkın içinde ve dışında otel ve pansiyonlar, kamp alanları ve hatta Airbnb’den kiralık dağ evlerini tercih edebilirsiniz.
Amerikan yüzyıl ortası modern tasarımın, özgürlük ve maceranın sembolü Airstream’ler rahat bir konaklama sunabilmek için modifiye edilerek, her türlü konforu en sade, şık ve işlevsel şekilde sunuyor. Kısacası rahat bir yatak, keyifli bir banyo ve minik bir mutfak.
Yosemite, dev granit oluşumları, ormanları ve şelaleleri ile nefes kesici bir doğaya ve çeşitliliğe sahip, yılda 4 milyon kişinin ziyaret ettiği Amerika’nın en meşhur Ulusal Parklarından biri. Aslında en çok ziyaret edilen bölüm olan 11 kilometrelik vadisi sadece parkın yüzde 3’ünü temsil ediyor ve toplam alanı 3.000 kilometrekareye yayılıyor.
Yosemite’ye ilk Amerikalı Kızılderililer 10.000 yıl önce yerleşmiş ve 1850’lerde Kaliforniya altına hücum devrinde olağanüstü güzelliği tüm Amerika’ya yayılmaya başlamış. 1860’larda buraya göç başlamış ancak ilk yerleşimciler bu muazzam doğanın kaynaklarının korunması gerektiği öngörüsünde bulunup Başkan Abraham Lincoln bu toprakları koruyan bir sözleşme imzalamış. Yosemite bu sayede 1890 yılından beri Ulusal Park statüsünde.
Yosemite kelimesi Miwok Kızılderili dilinde boz ayı anlamına geliyormuş. Haliyle 400’e yakın ayının hala parkta yaşamasına şaşırmamak gerekir. Ayıların yanı sıra, geyik, ceylan, vaşak, sincap, kuş ve kelebekler karşılaşabileceğiniz canlılardan sadece bir kaçı.
Parkta binlerce şelale, dev sekoya ağaçları, göller ve nehirlerin dışında dünyaca meşhur Half Dome ve El Capitan kayalıkları, görebileceğiniz doğa harikalarından sadece bazıları. Yosemite ve El Capitan’ı aslında çoğunuz Apple’in işletim sistemlerinden (OS X Yosemite ve OS X El Capitan) duydunuz, hatta bilgisayarınızın duvar kağıdı olarak bu parkın ve kaya oluşumlarının görsellerini bile kullanmış olabilirsiniz.
El Capitan dünyanın en önemli kaya tırmanışı ve BASE atlayışı noktası (bina, anten, köprüler ve kayalıklardan serbest atlama sporu). 2018 yılının En İyi Belgesel Oscar’ını alan “Free Solo”, dünyanın en başarılı serbest tırmanışçısının 2.307 metrelik El Capitan’in duvarını ekipmansız ve ipsiz tırmanış hikayesini ele alıyor ve buralara gitme şansınız olmasa dahi Yosemite manzaralarını görebilme imkanını sunuyor.
Yosemite’de herkese göre bir aktivite mevcut, doğa yürüyüşü, bisiklet, rafting, kaya tırmanışı, kamping, balık tutma, fotoğraf çekmek, at binmek ve kış aylarında kayak ve buz pateni bile var. Seyahat öncesinde parkın web sitesini inceleyerek (travelyosemite.com, yosemiteconservancy.org) program ve aktivitelerinizi planlamanız ve gerekli rezervasyonları yaptırmanız çok önemli. Hazırlıksız giderseniz pek bir şey yapamadan dönmek zorunda kalabilirsiniz. Parkın tadını çıkarabilmek için minimum 2-3 gününüzü mutlaka ayırmalısınız.
Biz ilk gün ailemize özel natüralist bir rehber eşliğinde 4 saatlik vadi yürüyüşü yaparak, hem parkın tarihçesi ve jeolojik oluşumu, hem de bitki ve hayvanları ile ilgili çok derinlemesine bilgiler edinerek parkın ruhuna hemen girdik. Geri kalan zamanımızda, bisiklete bindik, bir kaç tane yürüyüş parkurunu denedik, Mirror Lake’e yürüyüp gölün içinde yüzerek serinledik ve de Merced Nehri’nde rafting yaptık.
Yosemite’de enteresan noktalar arabayla dört saatlik bir turda görülebilir. Kuzey Amerika’nın en yüksek şelalesi Yosemite Şelaleri, Bridalveil Şelaleri, El Capitan, Half Dome, Tunnel View.
kayaların tepesinden kuş bakışı manzara sunan Glacier Point ve 500 adet dev sekoya ağacının arasında doğanın içinde küçüldükçe küçüldüğünüzü hissettiğiniz Mariposa Grove.
Yosemite Ulusal Parkı çok organize, her şey çok sistematik, sadece aracınız için park yeri bulmak zor, o nedenle önce Curry kasabasına gidip arabanızı park etmeniz, sonra aktivite merkezinden seçtiğiniz aktiviteye göre ya yürüyerek, ya bisikletle ya da otobüsle yola çıkmanız en pratik çözüm.
Parkta çok çeşitli yemek seçeneği var; Curry Village’s Meadow Grill, Degnan’s Kitchen veya Pizza Patio’da pizza, sandviç, hamburger, çorba ve salata gibi herkese uygun lezzetler bulmanız mümkün. Alternatif olarak Ahwahnee Otelinin yemek salonunu da deneyebilirsiniz ama rezervasyon yaptırmayı sakın unutmayın. Bu otelin kahvaltısının yanı sıra mimarisi da gerçekten görülmeye değer.
Bütün gün her türlü doğa macerasını yaşadıktan sonra, akşam Autocamp kamp alanımıza dönmek en büyük ödülümüz. Harika bir seçki sunan mini marketinden bir şeyler alıp, önce karavanımızın önünde ailecek BBQ keyfi yapıp, sonra geceyi diğer gezginlerle tanışıp maceralarımızı paylaştığımız kamp ateşinin etrafında sonlandırıyoruz. Tek lüksün doğa olduğu gerçeği ise hiç aklımızdan çıkmıyor.