Bu yazıyı 1 dakika 48 saniyede okuyabilirsiniz.
Yerleşik düzeninizde kurtulmak istediğiniz bağımlılığınız yeni hayatınızda en yakın arkadaşınız olabilir mi? Yakın zamanda İstanbul’dan San Francisco’ya taşınan Zeynep Güven Ünlü, modern “bağlanmayı” yazdı.
Bu yazıyı, San Francisco’daki yeni hayatımızın yedinci gününde, ilk üç gün kaldığımız üniversite misafirhanesinin ardından taşındığımız dairenin boş salonunda, sırtımı duvara yaslayıp yere oturmuş vaziyette yazıyorum. Salonda iki puf, bir sehpa ve bir lamba, yatak odasında kiraladığımız kamyonetle taşıdığımız matrisler var. Yine de sıcak bir ev gibi görünüyor burası bana, belki de duvardan duvara halı sayesinde. Halının boş bir evi ısıttığını ve yuvaya benzettiğini inkar edemem.
Evet yeniden bir ev, yeni bir hayat kuruyoruz. Gönüllü ve geçici de olsa bir göç bu; ameliyat sonrası organların yerlerine yerleşmesi gibi biz de yeni hayatımıza yerleşiyoruz.
Bir ucunda yerleşik düzenin konforundan, geleneğin birikiminden kopup eksilmek, diğer ucunda yüklerden kurtulup hafiflemek, yeni bir başlangıçla tazelenmek var. Sonra, yeni deneyimleri kucaklamak, hayata uyuşukluk üfleyen alışkanlıkları geride bırakmak var. Ve çok şükür ki bu yolculukta bize eşlik eden akıllı telefonlarımız var.
Bundan sadece birkaç hafta önce cep telefonum benim için kurtulmak istediğim bir bağımlılıktı. Hayatımla, ailemle, arkadaşlarımla arama giren, sürekli dikkatimi dağıtan bir parazitti. Halbuki şimdi tam tersi, hayatımın kendisi oldu. O telefon sayesinde sevdiğim herkes benimle birlikte sanki Amerika’ya taşındı. Facebook ve bilumum sosyal medya hesaplarımla, müzik listelerimle, kullandığım uygulamalarla, cep telefonum yerleşik düzende beni ne kadar hayattan koparıyorsa yeni evimde o kadar hayata bağladı.
Göçmen oldukları belli bir kadın ve erkeğin günbatımına karşı oturmuş cep telefonlarına baktığı bir fotoğraf hatırlıyorum, altında “göçmenin yeni evi, cep telefonu” yazıyordu. O zaman bunun ne demek olduğunu tam anlamamıştım. Halbuki şimdi, kaplumbağanın evini sırtında taşıması gibi, bizim de hayatlarımızı cebimizde taşıyabileceğimizi birinci elden biliyorum.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin geçen yıl yayınladığı raporda, cep telefonlarının ve İnternet bağlantısının mültecilerin hayatında gıda, su ve barınak kadar önemli olduğunu yazıyor. Mülteciler gıdayla internet bağlantısı arasında tercih yapmaları gerektiğinde bağlantıyı seçebileceklerini, ellerindeki paranın üçte birini İnternet bağlantısına harcayabileceklerini anlatıyor. Telefon yalnızca aileleriyle değil, ülkeden ülkeye geçerken destek aldıkları insanlarla da bağlantılarını sağlıyor. Bir nevi yaşam ünitesi görevini görüyor.
İstanbul’daki evden ayrılırken son anda dönüp buzdolabının üstünden bir aile fotoğrafımızı çantama atmıştım. Evden, bizden bir parça olsun, buradaki buzdolabına yapıştıralım eski ve yeni arasında bir köprü kuralım diye. Oysa hiç gerek yokmuş, hayatımız cebimize girmiş zaten bizimle geliyormuş.