İklim krizinin çarpıcı etkilerini her geçen gün daha net hissediyoruz. Mevsim normallerinin üzerindeki sıcaklar, bir anda bastıran sağanak yağmurlar… Ekstrem iklim olayları doğanın döngüsünü nasıl etkiliyor?
Gelmek bilmeyen kış, çiçek açan ağaçlar, adeta Mart ayındaymışçasına miyavlayan kediler… İklim krizini şehirde somut olarak hissetmemizi sağlayan sadece birkaç gösterge. İlkbahar erken geliyor, kışlar kısalıyor ve çok soğuk geçen kış günlerinin sayısı giderek azalıyor. İklim krizinin getirdiği ekstrem hava olaylarını, artan sıcaklığı, şaşıran mevsimleri her geçen yıl daha da net yaşıyoruz. Bu değişimden bizim dışımızdaki canlılar da elbette etkileniyor. Birçok ağacın yaprakları geçtiğimiz yıllar kadar çarpıcı renklere bürünmüyor çünkü mevsim normalleri dışındaki sıcaklık, ağaçlara gereken ipucunu veremiyor. Normalin üzerinde seyreden sıcaklıkların ardından bir anda soğuyan hava karşısında doğa aptala dönüyor. Ağaçlar kışın ortasında çiçek açıyor. Bitkilere yerleşen hastalıklar kar yağmadığı için yok olmuyor. Sular yeterince soğumadığı için balıklar göç edemiyor ya da üreyemiyor. Kışın görmeye alışık olmadığımız sineklere ise artık neredeyse her zaman her yerde rastlamak mümkün.
Sadece yaşadıklarımız değil, veriler de iklim krizinin boyutunu kanıtlıyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, son 50 yıllık ortalama sıcaklıklar, en sıcak yılların 2000’den sonra yaşanmakta olduğunu gösteriyor. Aralık 2019’da Türkiye’deki ortalama sıcaklık normalin 1.9 C° üzerindeydi. 2020’nin aralık ayında ise normalin 2.6 C° üzerinde ortalama sıcaklık görüldü. Uzmanlara göre sadece kış değil, sonbahar da normalden daha sıcak. 2020’de son 50 yılın en sıcak ekim ayını yaşadık. Normalin üzerinde seyreden ısı aynı zamanda bir anda eksilere düşebiliyor. Örneğin yakın zamanda, 2021’in ilk günlerinde güneşli, sıcak ve yağmursuz geçen hava ile birlikte İstanbul’da kışın ortasında hava o kadar sıcaktı ki ocak ayında papatyalar açtı. Ancak takip eden günlerde Sibirya’dan gelen soğukla sıcaklık bir anda düştü, hatta normalin altına indi. Sonra o soğuk yerini 15 C° lere bıraktı ve kışın ortasında bahar havası geri geldi.
Ne yazık ki geleceğe bakınca giderek karamsarlaşan bir tabloyla karşı karşıyayız. İstanbul İklim Değişikliği Eylem Planı’na göre yaz aylarında sıcaklıklar giderek yükselecek, yaz yağmurları yüzde 30 azalırken genel olarak şiddetli yağışlar artacak, kar yağışı ise neredeyse hiç olmayacak. Ayrıca iklim değişikliği sebebiyle ekstrem hava olaylarının şiddeti ve sıklığında artış olacak. 2007 senesinde dünya nüfusunun yarısı şehirlerde yaşarken 2050’de bu oranın yüzde 66’a çıkacağı ön görülüyor. İklim krizinin şehirlerde yaşayanlar üzerindeki olumsuz etkileri vurgulanıyor. Birçok şehrin sular altına kalacağı, kuraklığın ve hava kirliliğinin artacağı, aynı kentin içinde farklı bölgelerin farklı şekillerde etkilenebileceği tartışılıyor.
Peki ya iklim krizi şehirdeki diğer canlıları nasıl etkiliyor? Birçok canlı türü için sıcaklık, temel ekolojik olayların tetikleyicisi. Canlı türleri, iklim değişikliklerine farklı hızlarda uyum sağlıyor. Bu durum besin kaynakları ile göç eden türleri, bitkiler ve tozlayıcıları, avcılar ve avlar arasındaki etkileşimleri uyumsuz hale getiriyor. Doğadaki birçok yaşam döngüsünün zamanlaması etkileniyor. Bu döngülerdeki değişiklikler, ekosistemler üzerinde olumsuz etkiler yaratıyor. Kısacası, bir türde yaşanan değişiklik diğer türleri de etkiliyor.
WWF’in 2020 Yaşayan Gezegen Raporu son 50 yılda canlı türlerinin popülasyonlarının %68 azaldığını ortaya koydu. Küresel ısınmanın ilk işaretlerinden biri sayılan, yaşam alanları yok olan kutup ayıları gibi tüm canlıların da hayatları giderek zorlaşıyor. Artan sıcaklık, bazı türlerin tamamen yok olmasına sebep olurken bazı türlerin de değişmesine yol açıyor. Araştırmacılar bazı kuşların vücut boylarının, renklerinin, kanat ve gaga yapılarındaki değişikliklerin daha yüksek sıcaklıklara toleranslı hale gelecek şekilde değiştiğini belirtiyor.
İstanbul ve çevresi, Boğaziçi, Belgrad Ormanı, Terkos Havzası gibi doğa alanlarında farklı türlere ev sahipliği yapıyor. Şehir aslında sadece insanlar için değil, tüm canlılar için kıtaları birbirine bağlıyor. Bu çok kültürlü tarihe sahip şehir aynı zamanda binlerce yıldır birçok canlının yaşadığı, dinlendiği, göç rotalarında olan özel bir yer. Kuşların göç sırasında dinlendiği, Karadeniz ve Marmara’nın birleştiği, Akdeniz ve Sibirya iklim kuşaklarının kesiştiği bir şehir. Yok edilen ekosistemler doğal iklim değişikliğinin sinyallerini görmemizi zorlaştırıyor.
İklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarından denizlerdeki canlılar da etkileniyor. Deniz suyu sıcaklığının yükselmesi denizlerdeki biyoçeşitliliğin değişmesine ve canlı türlerinin azalmasına neden oluyor. Balık sürülerinin göçmesi için hava ve su sıcaklığının düşmesi gerekirken, aksine su sıcaklığının aralık ayına kadar yüksek olması buna engel oluyor.
Şehirler doğal kaynak tüketiminin %75’inden, enerji kullanımının %60-%75’inden ve sera gazı salımlarının %70’inden sorumlu. Küresel ısınmayı 1,5 C° sınırında tutmak istiyorsak 2030’a kadar sera gazı salımlarımızı yarı yarıya indirmemiz, 2050 yılına kadar da toplam enerjinin en az %50’lik bir kısmını yenilenebilir enerji kaynaklarından elde etmemiz gerekiyor. Şehirler sorunun büyük bir parçası olmakla birlikte, doğru enerji kullanımı, doğru yapılaşma ve ulaşım yolları, yeşil alanların artırılması, atık yönetimi gibi gelişmelerle çözümün de önemli bir parçası olabilirler. Devlet ve belediyelerin yaptıkları kadar, bizlerin de atabileceği çok adım var. Ruhun Doysun’da sürekli üzerinde durduğumuz gibi, hayatımızda yaptığımız değişikliklerle iklim krizine etkimizi azaltıp fark yaratabiliriz.
Evde Her Gün Tasarruf
Buzdolabı Kuralları
İklim Dostu Mutfak
Rakamlarla İklim Krizi
Gıdaya Saygı Duymanın Yolları
Pandemi ve İklim Krizi
Plastiksiz Hayat