ARÇELİK KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI VE İŞLENMESİ MÜŞTERİ AYDINLATMA METNİ

Kapat X
Gelecek

Ruhun Doysun | Gelecek: Sürdürülebilir Moda Üzerine

Ruhun Doysun Gelecek röportajlarında bu kez konumuz modanın geleceği. one square meter markasının kurucuları Zeynep Özar Berksü ve Çağrı Berksü ile hem sürdürülebilir bir moda markası nasıl olur hem de bu konuda tüketicilere neler düşer, dünyada bu konu nerede gibi konuları konuştuk. 

Bir metrekarelik bir masanın etrafında çizip, tasarlayarak yola çıkan Zeynep ve Çağrı’nın kurduğu one square meter markası, sürdürülebilir moda meselesi konusunda kafası karışık olanlar için, öncü ve rehber bir oluşum.
Depoları olmayan, sadece sipariş üzerine elleriyle diken, elleriyle paketleyip gönderen, moda üzerine düşünen, çözüm arayan, daha az üretmeye, daha az tüketmeye teşvik eden bir marka. Onlarla konuşmak ve yavaş modayı anlamak, bizim için de ilham verici oldu.
Bugün mikroplastiklerden, kimyasal boyalara, fazla üretim yüzünden çöpe giden kıyafetlerden, GDO’lu pamuklara moda endüstrisinin pek çok sorunu var. Ancak çözülemez değil. Zeynep Özar Berksü ve Çağrı Berksü ile yaptığımız röportaj size de ilham verecek.

 

Sizleri tanıyabilir miyiz?

Zeynep Özar Berksü: 1986 İstanbul doğumluyum. Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi lisans ve yüksek lisans mezunuyum. Dergilerde editörlük ve ajanslarda kısa süreli bir metin yazarlığı geçmişim oldu. Yedi senedir one square meter evreninin nasıl olabileceğine dair hikayeler anlatıyorum, dikiş dikiyorum ve arka plandaki işleri organize ediyorum. Aynı zamanda hatrı sayılır bir süredir OGGUSTO’nun Sürdürülebilir Yaşam kategorisi editörlüğünü yapıyorum.

Çağrı Berksü: 1980 İzmir doğumluyum. Bilkent Grafik Tasarım mezunuyum. Uzun yıllar reklam ajanslarında sanat yönetmeni olarak çalıştım. Yedi yıldır one square meter’ın tasarımlarını yapıyor, kalıplarını çiziyor, fotoğraflarını çekiyor, görsel dünyasını kurguluyor ve çalışanların eğitimlerini veriyorum.

one square meter’ın hikayesi nasıl başladı? İsmi nereden geliyor?

one square meter, ikimizin birlikteliğinden doğan bir aşk hikayesi. Hayatımızı nasıl sürdürmek istediğimize dair yaptığımız seçimlerin bir karşılığı. Hikaye, tanıştığımızda, bir metrekarelik bir masada karşılıklı oturup ne yapmak istediğimizi ve ne yapmak istemediğimizi konuşmamızla, konuştuklarımızı yavaş yavaş hayata getirmeye başlamamızla; o masada tasarlayıp o masada üretmemizle başladı. O dönem, 2015-2016 arasında, tüm hayatımız o masadaydı 🙂 Markaya da ismini, içine her şeyi sığdırdığımız o alan verdi. Zaman içinde çalıştığımız alan genişlese de biz halen o masada karşılıklı oturmaya devam ediyoruz.

Aslında her şey oyun oynarken başladı; linol oyup baskı yaptığımız bir posteri bir kanvas üzerinde hayal ettik. Onun bir çanta olması, çantanın obje olarak gündelik hayatımızın görünür yerinde oturması fikri bizi bu hayali gerçekleştirmeye itti. Tasarımı olabildiğince sadeleştirip fonksiyonu göz önünde bulundurduk. Ağaç baskı tekniğini öğrenip ve modern hayata adapte edip deri askılı kumaş bir çanta ortaya çıkarttık. Gördüğü beğeni bizi kıymetli şeyler üretmeye teşvik etti. Pek çok denememiz ve yanılmamız oldu elbette. İlk günden beri yanımızda bizimle yürüyen Sinem Çelik sayesinde denim kumaşla tanıştık. Bu, her zaman gülümseyerek bahsedeceğimiz bir şans bizim için. Birkaç yaz sonra, yine ihtiyaç odaklı düşünüp sade bir çizgide askılı bir elbise tasarladık. Kıyafetin izinden gitmemiz böyle başladı. Bir kadının hikayesi başka bir kadınınki ile kesişti ve şu an 7. yılımızda, erkekleri de giydirmeye başladığımız koleksiyonumuzla, bu macerayı nasıl daha heyecanlı kılabiliriz, onun peşindeyiz.

Üretim sürecinizi anlatabilir misiniz? Neleri dikkate alıyorsunuz?

Biz ihtiyaç kadar üretim ilkesi ile hareket ediyoruz. Stoklu çalışmıyoruz, bu yüzden mağazalarda yer almıyoruz. Atölyemizden çıkan her ürün, gelen sipariş üzerine siparişi veren kişi için bizim tarafımızdan üretiliyor.

Atölyede sadece dört kişisiniz ve sipariş üzerine her şey elle yapılıyor. Bunu bilmek sizin ürünlerinizi satın alan kişilerde de daha iyi bakmaya teşvik ediyor mudur sizce?

İnsanlar, satın aldıkları kıyafetlerin ardındaki hikayeyi bildikçe ve öğrendikçe o hikayeye daha çok dahil olmak istiyorlar, evet. İnsanların ihtiyaçları doğrultusunda verdikleri sipariş ve bizim kıyafeti üretim şeklimiz, bir tercihler bütünü ve bu bütünü oluşturan her bir aşama çok kıymetli.

Çekim sırasında sohbet ederken, tüketiciyi de dönüştürmek istediğinizden bahsettiniz, bunu biraz anlatabilir misiniz okurlarımız için?

İnsanlara başka seçenekleri olduğunu da göstermek gerekiyor; bunun gelecek için daha iyi bir seçenek olduğunu anlatmamız gerekiyor. Burada da görev tasarımcıya ve onun seçimlerine düşüyor. Biz endüstrinin arka planında yatan gerçekleri bilerek kıyafetler hayata getiriyoruz. Mevcut sisteme karşı bir üretim modeli işletiyoruz ve bunun çalıştığını anlatmak gayesindeyiz her zaman. Tüketiciye de eşlik etmekten sıkılmayacağı, onu da heyecanlandıran güzel bir yol göstermeliyiz ki dönüşüme onları da ortak edebilelim.

Doğaya saygı duyan, sürdürülebilir bir moda markası nasıl olur?

Lokalliğin buradaki kilit kavram olduğunu düşünüyoruz; zira siz elyafı Avrupa ormanlarında yetiştirilen ağaçlardan elde edip, onu Mısır’da iplik haline getirip, Çin’de kumaş olarak dokutup, İspanya’da pembeye boyatıp, Fas’ta kestirip diktirip yeniden paketlenmek üzere İspanya’ya gönderip buradan dünya üzerindeki 93 farklı ülkeye dağıtıyorsanız ve maliyetleri düşürmek için ihtiyaç kadar değil ihtiyacın 10 katı üretim yaptırıyorsanız sadece doğaya değil insana ve kıyafete de saygı duymaktan bahsedemezsiniz. Veya pazarlama stratejinizi hızlı moda markalarınınkini taklit ederek şekillendirirseniz de sürdürülebilir bir moda markası olamazsınız. Bunun yerine, süreçteki tüm zincirlerin halkalarını kısaltmak seçilmeli; yerel çapta üreticiler tarafından doğal elyaflar kullanılarak üretilmiş kumaşlar kullanmak, üretim aşamasında yer alan tüm insanlara karşı adil davranmak, yoktan ihtiyaçlar var etmek yerine hayata dair tasarım yapmak, üretimi ihtiyaçla sınırlı tutmak, geri dönüştürülebilir ambalaj malzemeleri kullanmak başlangıç için son derece yeterli.

one square meter’ın tarzını nasıl tanımlayabilirsiniz?

Biz gençken bize dikte edilmesin istedik. Giyimimize kuşamımıza da kimse karışmasın. Ona biz karakter kazandıralım. Bu yüzden heyecan vericiydi bizim için giyinmek. one square meter’dan çıkan her parça da aslında giyeni ile biriciklik kazanacak bir çizgide. Desensiz ve sade olmaları bunun bir karşılığı, evet. Her şey çok tanıdık, ama kendilerine dair şakaları var. Bu oyunu oynamayı seviyoruz; farklı insanların üzerinde, farklı zamanlar ve farklı mekanlar içinde o özel hali ile var olabilecek formlar üzerinde çalışıyoruz. Bizimle hayat bulsun ve başkasının hayatına heyecan katsın istiyoruz.

Modelleriniz her sezon değişiyor mu?

Biz iyi bir ürüne inanıyoruz. Doğru tasarlanmış ve kaliteli kumaşlarla iyi bir işçilikle üretilmiş bir kıyafetin senelerce var olarak iyiliğini ispatlayacağını düşünüyoruz. Bu yüzden hayır, modellerimiz, eğer kalıbında yapacağımız bir iyileştirme kalmadıysa, senelerce koleksiyonumuzda var olmaya devam ediyor. Şu anki 7. yıl koleksiyonumuz da seneler içinde edindiğimiz tecrübe ve teknik birikim ile şekillenmiş, bundan 6 sene önce tasarladığımız ilk askılı elbise (ADA SUNDRESS) ile geçtiğimiz sene tanıttığımız ceketi (ERA JACKET) ve kadınlar için tasarlayıp erkekler için de dönüştürdüğümüz LUN PANTS’i de içinde barındıran bir evren.

Tasarımlarınızda nelerden esinleniyorsunuz, size neler ilham veriyor?

Kadınların, ve artık erkeklerin, kendilerinden ve onların gündelik hayattaki ihtiyaçlarından esinleniyoruz. Olası senaryolar düşünüyoruz, profiller çıkarıyoruz ve onları o an içinde hayal ediyoruz; üzerinde ne olmalı, o esnada neye ihtiyacı olur ve biz ona nasıl cevap veririz, bunları konuşuyoruz. Silüetlerle başlayıp formlara ve tasarımlara ulaşıyoruz. Bazen de bir kumaşla karşılaşıyoruz ve onun peşinden gidiyoruz; o bize kimin üzerinde, ne zaman ve nasıl durabileceğini söylüyor.

Kumaşlarınızı neye göre seçiyorsunuz?

Bu açıdan çok şanslıyız; çünkü bugüne kadar Türkiye’nin en iyi kumaş üreticileri ile iş ortaklığı kurma şansı yakaladık ve bunu birer garanti olarak müşterilerimizle gururla paylaştık. Koleksiyonumuzun merkezinde denim oturuyor; pamuk gibi sorunlu bir alanda sürdürülebilirliği normalleştirmiş üretim teknolojileri ile öne çıkan Çalık Denim’in kumaşlarını kullanıyoruz. Diğer kumaşlar ise edisyonun ihtiyaçlarına göre şekilleniyor; soğuk havalar için yünlüleri, sıcak havalar içinse ketenleri içeri alıyoruz. Bu kumaş seçimlerimizi de yaparken yerel çapta ve doğal elyaflardan üretilmiş olmalarına özen gösteriyoruz.

Tasarımlarınız da sizin dünyaya bakış açınızı yansıtıyor mu?

Aslında biz, farklı zaman dilimlerinde ve farklı şehirlerde aynı ruhu tecrübe etmiş, eski iki punk’ız. Bu, bir moda malzemesi olmaktan öte, politik bir tavır, bir reddediş. Zaman içinde giyim kuşamımızda sadeleşmiş olsak da tavrımızı yitirmedik. one square meter da bu tavrın bir karşılığı; endüstrinin dayattıklarına karşı bir reddediş. Vitrinlerde sergilenenlerin aslında ne anlama geldiklerini, arkalarında ne denli büyük görünmeyen maliyetler yattığını biliyoruz ve bunun bir parçası olmak istemiyoruz, ve bu bakış açısıyla tasarlıyoruz. Bu bir ekonomik model olsa da iki tasarımcı tarafından incelikle düşünülmüş bir yapı. İkimizin toplamından fazlası.

Gelecekte projeleriniz neler olacak?

Üretim modelimizi koruyarak büyümek ve one square meter’ın köklerini güçlendirmek önceliğimiz elbette. Ancak daha sonra, hayalimizdeki yeni sürgünleri de hayata geçirmeye başlayabiliriz.

Moda sektörü sadece su gibi doğal kaynakları tüketmiyor, aynı zamanda kirletici de.  Modanın iklim krizi anlamında ve doğa üzerinde yarattığı en büyük sorunlar neler?

Moda endüstrisi ikinci büyük kirletici. Bu artık her yerde büyük harflerle yazıyor. Kapasiteye yetişmek adına üretilen GDO’lu pamuktan hammaddesi petrol olan polyestere, su kaynaklarına karışan kimyasal boyalardan çöllere atılmış hiç giyilmemiş kıyafetlere, her şey havaya, suya ve toprağa karşı, bu dünyaya karşı yapılmış birer ihanet bizce.

Sizin sürdürülebilir moda ile ilişkiniz nasıl başladı?

Biz güzel bir şey yapmak, bunu da doğru şekilde yapmak istedik. Tüm süreç de bu motivasyonla organik olarak şekillendi. “Hadi, şimdi bir yavaş moda markası kuralım,” demedik; one square meter, ihtiyaç kadar üretim ilkesi ile sadece sipariş üzerine üretim yapan, iyi şekilde tasarlanmış kıyafetleri kaliteli kumaşlarla ve iyi bir işçilikle hayata getiren bir moda markasına evrildi.

Modanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Her sene 45 milyarı aşkın kıyafet ‘fazladan üretildiği’ için çöpe atılıyor. Bu aşırı üretim hesaplamalar yanlış yapıldığı için ortaya çıkmıyor, tam tersine kar ve zarar arasındaki titiz hesaplamadan doğuyor. Zira ihtiyacın kat be kat fazlasını ürettirmek hem lojistik açıdan daha kolay hem de çok daha ucuza geliyor. Sistem arka planda işlemeye devam ederken biz de Şili’nin Atakama Çölü’ne atılmış 39.000 ton kıyafetin fotoğraflarını görüp kahroluyoruz. İnsani olmayan çalışma koşullarında ihtiyacın kat be kat fazlası kalitesiz ürünler üretilmekten vazgeçilmemesi ve ışıltılı kampanyalar ve her sezon öne çekilen indirim günleri ile dayatılan ‘tüketin’ iletişiminin bir sonucu bu. Bu ve belki de halen haberdar olmadığımız moda-endüstrisi-kaynaklı tahribat. Son 4 yılda tüketiciye ‘pazarlanan’ sürdürülebilir ürün sayısı 4 kat artmışken sektörün iklim krizine olan etkisi azalmadı, aksine halen devam ediyor. Hatta 2030’da bu etkinin kendini ikiye katlaması bekleniyor. Bu tersliğin nedeni ile ‘2050’ye kadar net sıfır karbon emisyonu’ hedefinin fosil yakıt şirketlerinin yöneticileri tarafından desteklenmesinin nedeni aynı; yeşil pazarlama ile kendilerine bir konfor alanı açıp görünmezlik sağlamak. Bu tersliğin bir diğer karşılığı, Bangladeşli bir kadın tekstil işçisinin ömrü boyunca çalışarak kazanacağı parayı, modanın majör CEO’sunun sadece 4 günde kazanması.

Yarattığımız tahribatı durdurmak için yavaşlamamız ve bize sunulan ‘sürdürülebilirlik’ evrenlerinin gerçekliklerinin sağlamasını yapmamız gerekiyor. Evet, yeni doğal alternatif materyaller üretiliyor; ama bunların ulaşılabilirliği çok sınırlı. Benzer sınır geri dönüşüm için de geçerli; tekstil atıklarının sadece %1’i yeniden endüstriye kazandırılıyor. Modanın geleceği yine bu şirketlere bırakıldığında onlar kendilerini aklayacak çıkış yolları mutlaka buluyorlar. Sürdürülebilirlik sorununun daha yüksekten alınan kararlarla ve daha gerçekçi dayanaklar ve daha somut adımlar ile çözüme kavuşturulabileceğini düşünüyoruz.

Moda sektörü nasıl bir değişim ve dönüşüm içinde? Moda sektöründe daha iyi bir gelecek için neler değişmeli, neler değişebilir?

Bu soruya bir alıntı ve bazı rakamlarla cevap verelim isteriz. “Sınıf savaşını göz ardı eden çevrecilik yalnızca bahçeciliktir,” der Chico Mendes. Kamboçya’daki hazır giyim endüstrisinin çoğu yabancıların elinde ve Kamboçyalılar fabrikaların %10’undan daha azına sahip. Bangladeş’te 7000’den fazla fabrika sadece ithal edilecek kıyafet üretiyor. Hindistan’daki işçi ücretleri, kıyafetlerin mağaza fiyatının sadece %2.9’u ila %4.2’sine eşit. Dünya giyim ihracatının %30’unu yapan Çin, hızlı modanın en büyük ihracatçısı, ve Amerikalıların bir sene içinde satın aldığı kıyafetlerin 1 milyarı Çin’de üretiliyor. Buna rağmen Çinli işçiler, saati 12-18 cent gibi ücretlere, olumsuz koşullarda çalışıyor, ve küreselleşmenin ve talebin patlaması nedeniyle daha hızlı ve daha ucuz üretim talebi devam ediyor. Uluslararası ticareti kontrol ederek ekonomik gücünü nihai kılma arzusunda olan Çin, kar ve güç arayışında olan hızlı moda çağında hakim gücün kendisi olmak isterken dünyayı en çok kirleten 20 şehirden 16’sına da ev sahipliği yapıyor. Her sene 2.8 milyar ton atık su çıkaran Çin’in kömür yakıtlı termik santralleri nedeniyle komşuları Japonya’da ve Kore’de asit yağmurları görülüyor. Küresel güç olmak adına hızlı ve ucuz üretim merkezi haline gelirken emek sömürüsünün ve küresel çevre krizinin de başrolünde oynamak… Daha sürdürülebilir bir gelecek için hangi devlet ve/ya hangi şirket bunların hangisinden gerçekten vazgeçecek, bizce cevaplanması gereken esas soru bu.

Artık tüm markalar, dünyanın geleceği için adım atıyor. Hatta bu, bir pazarlama yöntemine de dönüştü. Bu açıdan moda, bu konuda ilk adım atan sektör. Pek çok markanın sürdürülebilir projeleri, uygulamaları var ancak bu yeşil aklamayada müsait bir iş, gerçekten sürdürülebilir olanı nasıl ayırt edebiliriz?

Geçtiğimiz günlerde yeşil aklama, greenwashing’i de kapsayacak ve üzerinde düşününce, “Tabii ki böyle yapacaklardı,” dedirten başka bir kavramla tanıştık: helpful hypocrisy. Karşılığı, kitleleri kendine çekmek için kurumsal sosyal sorumluluğun ahlaki olmayan yollardan karmaşık şekilde muğlak bırakılması. Yani tüketicilerin şirketlerden sürdürülebilirlik beklentileri artıyor; onlar da bize, bu durum kendi çıkarları ile çatışacağı için, kendi yöntemleri ile cevap veriyor. Hızlı moda markalarının sürdürülebilirlik iddialarının yaklaşık %60’ının ve bu kulvarda endüstrinin devi olan Stockholm merkezli markanın öne sürdüğü benzer iddiaların %96’sının desteksiz olduğu düşünüldüğünde bu terim çok da anlamsız değil. O yüzden ikiyüzlülükle karşılaşınca belki de artık şaşırmamalıyız. Peki ne yapmalıyız? Çevre dostu, doğal, organik… diye uzayan kavramları üzerine yapıştıran her kurum ve şirket iddiası için bir doğrulama talep etmeli, ürünlerin içeriklerini incelemeli, şeffaflık beklemeli ve sorularımıza cevap aramalıyız. Zaten, eğer bu bir pazarlama yöntemi olarak kullanılıyorsa, buradan dünyanın geleceği için atılmış gerçek bir adımdan söz edemeyiz. Size içerde harcayacanız indirim kuponu vererek karşılığında ‘geri dönüştürülecek’ diye toplanan kıyafetlerin gemilerle Güney Afrika’ya atılması bize gerçek bir adım gibi gelmiyor örneğin.

Kıyafetlerin kolay ulaşılabilir olması, tenimize değen kıyafetlerle de bağımızı seyreltiyor. Artık çoğu insan tamir ettirmek yerine yenisini alıyor. Bu bolluk hissi de endüstriyel modayı besliyor. Aslında tüketicide farkındalık yaratmak gerekiyor değil mi?

Kıyafetlerin kolay ulaşılabilir olmalarının nedeni, dünya üzerinde yaşayan 8 milyar insan için her sene 80 ila 150 milyar adet kıyafet üretiliyor olması. ‘Bolluk’ burada bir his değil, esasında sorunun da kaynağı. Satışlarını ve karını artırmak adına insanları daha fazla tüketmeye yönlendiren endüstri, sürekli değişen trendleri ve haftada bir yenilenen askıları ile kıyafetin kendisini ve gerçekliğini geri plana atıyor. Son 20 yılda tekstil ürünlerinin yaşam ömrü %45 oranında kısaldı. Kıyafetleri gözden çıkarmak artık çok kolay; ya ‘modası geçmiş’ oluyor ya da -zaten- iki yıkamadan sonra dağılıyorlar. Ortalama bir insan gardırobundaki kıyafetlerin %40’ını bir sene içinde hiç giymiyor bile. Bu çok dramatik bir oran. Bu tuzağa düşmemeli ve gardıroplarımızla uzun soluklu bir ilişki geliştirmenin yollarını bulmalıyız. Günlük yaşantımıza gerçekten eşlik edebilecek, bize kendimizi iyi hissettirecek güce sahip olan ve kimliğimizin saklı kısımları ile yeni ilişkiler kurabilmemizi sağlayacak kıyafetler satın almalı ve giymeliyiz. Aslında bu oldukça heyecan verici bir etkileşim ve tecrübe. Bunun için uzun süre giyilse ve tekrar tekrar yıkansa da formunu kaybetmeyen tasarımlar ve dokusu bozulmayan kumaşlara yönelmeliyiz. Çok basit, kıyafetlerin kullanımını 2 katına çıkarırsak karbon emisyonunda %40 düşüş, su ve atık tasarrufunda %20’lik bir katkı sağlayabiliriz.

Tüketici olarak sürdürülebilir moda konusunda nelere dikkat etmeliyiz, neler yapabiliriz? Mesela etiket okurken nelere dikkat etmeli?

İşin üzücü tarafı, artık etiketlerin de birer ‘yeşil aklama’ malzemesine dönüşmüş olması. Yani bir hızlı moda markasının kıyafet etiketinde FSC (Forest Stewardship Council, Orman Yönetim Konseyi) damgası var; fakat bu ibare kıyafetten bağımsız, sadece etiketin kendisinin hammaddesini güzelliyor ve fakat siz, bundan habersiz, o hızlı moda markasının da artık bir dönüşüme girdiğini düşünerek o kıyafeti satın alıyorsunuz ve böylece mevcut sistem işlemeye devam ediyor.

Gelecekten umutlu musunuz?

Umutlu olmasak bu kadar inat etmezdik 🙂

Nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?

Çok temel şeyler var; insani olarak ve bireysel olarak. Yaşama saygı duymaksa hepsinin başında geliyor. Eğer bunu içselleştirirsek geleceğin aydınlanacağını düşünüyoruz.

Sizce geleceği değiştirmek için nereden başlamalı?

Evet, lokalleşmeli, etik olana kıymet vermeli ve bireysel çabamızda ısrar etmeliyiz. Ama gerçek bir değişimden bahsediyorsak bunun devletler katında alınacak kararlar ve uygulanacak yaptırımlar ile mümkün olduğunu düşünüyoruz. Siz ne kadar sorumlu ve bilinçli davransanız da modanın başından ‘hızlı’ ibaresini kaldıracak adımlar atılmadığı sürece yapıcı bir değişimden söz edemeyiz. Ne zaman ki devletler ve şirketler moda endüstrisinin süregelen büyümesinin yıkıcı olduğunun ve enerji ve kaynak tüketiminde acil planlı azalmaya gitmeleri gerektiğinin farkına varır, endüstriyi 2030’da fosil yakıtlardan azade edecek yerelleşme ve yenilenme çalışmalarını hayata getirmek için topluluklarla birlikte çalışır ve devletler şirketleri sebep oldukları kayıplardan ve hasarlardan sorumlu tutarak bunların bedellerinin ödenmesini sağlar, işte o zaman bir şeylerin değişmeye başladığına ikna oluruz.

Bu konuda neler okuyorsunuz?

Nisan 2020’den beri yürüttüğümüz bir iletişim var; her cuma endüstrinin görünmeyen maliyetlerini ve iklim krizini tartışıyoruz FRIDAY FACTS başlığı altında. Bu vesileyle çok fazla raporla, haberle, bültenle içli dışlıyız ve ne yazık ki mevzu o kadar derin ve bitmeyecek gibi ki bizi sürekli yeni verilerle ve kavramlarla, okuyacak yeni şeylerle karşılaştırıyor.

Size daha iyi hizmet sunabilmek için sitemizde çerezler kullanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerez politikamıza izin vermiş oluyorsunuz.